Dergimizin sayılarını yayınladığımız issuu.com sitesi Türkiye'de yasaklandı. Bir telif uğruna bütün bir hizmetin engellenmesini kınıyoruz. Bizi okumak için VPN'lerinizi açmayı unutmayın.

Rüzgar Gibi Geçti

İç savaşın ortasında dişil bir çatışma

Saplantılı aşklar, tarihin gördüğü en büyük iç savaşlardan biri, döneminin standartlarının çok dışında yaşayan bir kadın ana karakter ve ince ince örülmüş bir olay örgüsü… Margaret Mitchell’ın tarihi romanı Rüzgar Gibi Geçti, dönemin olaylarını ele alış biçimi ve işlediği temalarla, basıldığı yıl olan 1930’dan beri kitapseverlerin raflarında kendine yer buluyor. 

1937 Pulitzer Ödülü’ne layık görülen ve tüm zamanların en çok okunan kitapları arasında listelerde kendine hep ilk 10’da yer bulan Rüzgar Gibi Geçti, orijinal adıyla Gone With the Wind, iyi bir kitapseverin kütüphanesinde mutlaka bulunan yapıtlardan biri. En az kitabı kadar ilgi çeken ve en iyi film dahil olmak üzere toplam 8 dalda ödül almış olan filmiyle de daha geniş kitlelerin ilgisini çeken Rüzgar Gibi Geçti, ilk basıldığı yıl olan 1936’dan günümüze dek bir klasik olarak yerini korudu. Kitabın bu popülerliğinin en temel sebepleri; güçlü karakterleri, işlediği temaların ilginçliği, ve elbette içerdiği takıntılı aşk hikayesi.

Karakterler her zaman önemlidir

Bazı kitaplardaki ana karakteri çok seversiniz, sizden bir parça olur. Bazı kitaplardaki ana karakterlerden nefret edersiniz, ama yine de, sayfalar geçtikçe, içten içe bir bağ hissedersiniz onlarla aranızda. Rüzgar Gibi Geçti’nin iki kadın ana karakteri var. Scarlett O’Hara ve Melanie Hamilton/Wilkes. Ben kitabı ilk okuduğum zaman, Scarlett’e büyük sempati duyup, Melanie karakterinden hiç ama hiç hoşlanmamıştım. Fakat seneler içinde bu fikrim çok değişti. Scarlett O’Hara için siz neler hissettiniz bilemiyorum. Fakat o kadar güzel kurgulanmış bir karakter ki, 950 sayfa boyunca (tabii sayfa sayısı basım ve çeviriye göre değişiyor) gençlik yıllarından olgunluk yaşlarına dek bir kadının gelişimini ve yaşadığı döneme ayak uydurmaya çalışmasını soluksuz okutuyor. Toplumsal Darwinizm’in temeli olan, en iyi uyum sağlayanın hayatta kalabildiği kuramını doğrular cinsten bir karakter çünkü Scarlett O’Hara, küllendikçe yeniden doğup hayata uyum sağlamayı ve hatta hayatını yönlendirmeyi başarabildiği için kadın roman karakterleri arasında farklı bir yere sahip. Bu karakterin edebiyattaki bağımsız kadın karakterler arasında bir ilk olduğunun düşünülmesi hiç yanlış olmaz, çünkü Scarlett O’Hara geleneklerine günümüzde bile bağlı olan güney eyaletlerinin iç savaş başlamadan önceki terbiyesini almış bir karakterdir. Beyaz teni bozulmasın diye şalı olmadan güneşe kesinlikle çıkmayan, katıldığı her sosyal ortamda belli sosyal etiketlere uyacak şekilde davranan ve güneyli centilmenler tarafından pohpohlanıp şımartılan bir kızken, bir anda dünyasının yıkılması sonucu değişmeye zorlanan bir karakterdir. Kitabın akışı boyunca bu değişime uyum sağlayamayan pek çok kadın karakter görürüz. Scarlett’in kız kardeşleri ve komşularının kızları bunlara örnektir. Fakat Scarlett değişen dünyaya uyum sağlar, bunu etrafını kırıp dökerek, bencilce davranarak ve değerlerini hiçe sayarak yapar, ama yapar. Margaret Mitchell’ın kitabın basımından yaklaşık 10 yıl öncesinde yazmaya başladığı bu romanın başkarakterinin, daha ortada kadın hakları ve feminizm gibi akımlar ortada yokken kurguladığını düşününce, kitabın kadınlar arasındaki popülerliğinin bir sebebi daha ortaya çıkıyor. Kadının toplumdaki görevinin sadece güzel olup daha sonra da anne olabilmekten ibaret olduğu bir dönemde yazılan bu karakteri düşününce, sizce de aradaki zıtlık çok büyük değil mi?

Yazının devamını dergide okumak için tıklayın!

Internet üzerinden. Ücretsiz. 2006’dan bugüne aralıklarla, dönemler halinde çıktık. Yaratıcı ve kültürel ortamlardan etkinlikleri, sanatçıları, eserleri anlatan yazılar yazıyoruz. Yeni sayı çıkarmaya yakında devam edeceğiz. Buyrun!

Daha Fazla İçerik
Canan Ergüder