Sene 1826! Yeni bir dil keşfedildi. İnsanlar kendilerini ifade etmek için yepyeni, olabildiğince sanatsal, biraz da kimyasal bir alanın içinde buldular: Fotoğraf! Resim ile kıyaslanmaktan kurtulamayan bu alanda üretim kısıtlıyken ve fotoğraf çekmek, çektirmek giderek popülerleşiyorken ortaya bir kadın çıktı ve her şeyi alt üst etti.
Teknoloji çöplüğünün hızla büyüdüğü ve ardından bu çöplüğün bile kapital döngünün bir parçası haline geldiği günlerden geriye doğru ilerlerken ayağımıza binlerce model fotoğraf makinesi, farklı teknolojilere sahip sensörler, çeşitli boyutlarda ve hassasiyette filmler, hatta kızılötesi filmler, birbirinden farklı renkte film kutuları, her ortamda fotoğraf çekmeyi mümkün kılan farklı araçlar takılacaktır. Hatta durum o kadar vahimdir ki 80’lerin başında üretilen ve döneminde dünyanın en küçük makinesi olan Rollei 35’lere pil bulmakta zorlanmaktayız, henüz bulamadık. Karaköy’de aramaya devam ediyoruz. Bu teknolojik tercih sınırsızlığı sadece üretim araçlarında değil, kadrajımıza aldığımız görüntülerde de böyle. Farklı perspektif teknikleri, Fibonacci’nin ne yazık ki fotoğrafa da sıçrattığı altın oranı, ışığın yönü ve şiddeti, kontrast, tonal denge, üzerine yüzlerce kitap yazılmış kompozisyon kuralları… Aklıma ilk anda gelen ve yazarken bile içimi şişiren kuralları pek umursamayan ve bu vurdumduymazlığı ile fotoğrafa bakışı değiştiren ilk kadın fotoğrafçı: Julia Margaret Cameron. Duyarlı katmandan elimize değişime uğramadan geçmesi imkânsız karelerde kullanmaya bayıldığımız “soft focus” efektini bulan değil ama en iyi kullanan isim. Özetle tekniğe tekmeyi atmış, duyguyu enjekte etmiş ilk kadın fotoğrafçı. Kendisinin hayatını ve fotoğraflarını gözden geçirirken modern zaman eleştirisi yapmamız ise kaçınılmaz.
Fotoğrafın icadı aslında kendi başına bir süreçti, aniden gerçekleşmedi. Kutu tamam, iğne deliği tamam; görüntünün ters bir şekilde kutu içine düşmesi, sürecin en basit aşaması iken esas problem kimyada yaşanıyordu; görüntüyü bir duyarlı tabakaya sabitlemek (burnuma gelen zayıf asit kokusu). Joseph Nicepore Niepce günümüzde bir işçi mesaisine denk bir sürede fotoğrafı pozlayıp görüntüyü sabitlediğinde Julia Margaret Pattle’ın doğmasına henüz iki yıl vardı. Üzerinde güneş batmayan İngiltere’nin en güzel sömürdüğü ülke olan Hindistan’ın Kalküta’sında doğduğunda, Louis Daguerre henüz fotografik bir yöntem icat etmemişti. Genç kız henüz 20 yaşında iken, Daguerre yanlışlıkla bulduğu yöntemini tescil ettirmemişti. Niepce ise hayata henüz bir fotoğrafı çekilemeden veda etmişti.